AYNA Dinleme Noktası ve AYNA Klinik Psikoloji Destek Ünitesi depremden etkilenen tüm vatandaşlar ve sahada arama kurtarma çalışmalarına katılanlar için klinik psikologlar tarafından psikolojik destek sağlamaktadır.
İletişim: 0312 955 01 01
Türkiye, yüzyılın felaketi olarak adlandırılan Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremle sarsıldı. İlki 7.7 ikincisi 7.6 büyüklüğündeki deprem; Kahramanmaraş, Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa’da Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay'da büyük yıkıma yol açtı. Yaşanan kayıplardan ötürü ülkece derin bir üzüntü içinde olduğumuz bu günlerde, önceliğimiz deprem bölgesine sağlanacak tıbbi ve maddi ilk yardım olmaktadır. Bununla birlikte, böylesine büyük bir afetin tüm ülkeyi etkileyen boyutta psikolojik sonuçlar yaratması kaçınılmazdır. Böylesine zorlu bir süreci psikolojik anlamda daha az hasarla atlatabilmemiz için depremin psikolojik etkilerine ve bu etkilerle nasıl başa çıkabileceğimize değinmek önem kazanmaktadır.
Deprem felaketine maruz kalan kişilerin, fiziksel bir yaralanmaları olmasa bile psikolojik anlamda zorluklar yaşamaları kaçınılmazdır. Benzer şekilde bu süreçte, depremzede yakınları, deprem alanında çalışmalara destek veren ekipler ve gündemi takip eden kişilerin de psikolojik olarak etkilendikleri bir durum ortaya çıkmaktadır. Kişilerin doğal afetlerde verdiği tepkiler çok çeşitlidir ve bunların çoğu bu zorlu durum karşısında verilen, kişinin yaşadıklarını anlamlandırma çabasına yönelik reaksiyonlardır. Bunların neler olduğunu bilmemiz, bu süreci daha kolay ve daha az hasarla atlatmamıza yardımcı olur.
Şiddetli bir depremden hemen sonra, kişilerin şoka girmesi; kendilerini uyuşmuş, yaşamdan kopmuş gibi hissetmeleri beklendik reaksiyonlardır. Ancak tabii ki her bir kişi böylesine travmatik bir olayı yaşı, gelişim dönemi, konu hakkındaki bilgi seviyesi ve daha önceki yaşantıları çerçevesinde kendine özgü bir şekilde deneyimleyecektir. Genel olarak; korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, öfke, karamsarlık, panik, çaresizlik ve utanç gibi duyguların açığa çıkması/oluşması muhtemeldir. Fakat, bu tepkilerin ortaya çıkış şekli, seyri ve yoğunluğunun, kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu nedenle herkesin travma ve yas tepkilerinin aynı olmadığını anlamak önemlidir. Nitekim, planlanan müdahalelerin de eğitim verir gibi adeta kalıp halindeki bilgileri iletme ya da teselli verme çabasıyla değil, her bir kişinin yaşadıklarını anlamlandırışı temelinde yani kişiye özgü bir şekilde yürütülmesi gerekir.
Psikolojik müdahale, sadece depremzedelere değil depremde yakınını kaybeden, sahada görev alan ve depremle ilgili bilgilerden veya haberlerden etkilenen herkesin ihtiyacı olabilir. Travmatik bir olayın/yaşantının sonrasında ve yas sürecinde öncelikli ve temel olan kişinin olayları, çoğu zaman geçmiş yaşantıları ve beklentileri temelinde nasıl anlamlandırdığını anlamak yani kişiyi etkin bir kulakla dinlemektir. Depremden etkilenen kişinin konuşması ve onu dinleyene bu konuşma içinde kendini nasıl ifade ettiği, hatta bu paylaşım sırasında seçtiği sözcüklerin içerikleri ve tonlanışı çok kıymetlidir. Deprem gibi ya da ölüm gibi yoğun bir gerçeklikle karşılaşan kişinin zihni bulanıklaşır; dolayısıyla ne yaşadığını kelimelere dökme çabası, yaşadığı yoğun olayı anlamlandırması için bir kapı açar. Bu noktada dinleyicinin, onun sözünü kesmeden, onu daha fazla konuşması için zorlamadan ve onun kullandığı kelimelerden sapmadan yeri geldikçe sorular sorarak kişiye konuşabileceği bir alan tanıması çok önemlidir. Örneğin bir kişi deprem ânını “çok korkunçtu” diyerek anlatıyorsa, dinleyen kişinin belki de onu anladığını ifade etme gayretiyle “evet yaşananlar kıyamet gibiydi, feciydi” gibi yorumları kişinin öznel anlamlandırma sürecini zora sokacağı gibi ek bir kaygı unsuru olacaktır.
Deprem ve sonrasıyla ilgili konuşan kişinin, içeriği karışık ve tutarsız olsa bile olabildiğince yaşantılarını, bunlara verdiği anlamı dile getirmesine fırsat tanımak önemlidir. Kişinin yaşananları, düşüncelerini dile dökme eylemi, dilindeki karışıklığı ve tutarsızlığı kendi iç dünyasında şekillendirmesi için ihtiyacı olan bir süreçtir. Burada dinleyen kişi bu sürece destek olmak için gerçeklik algısı kaymış olan kişiye gerçeklikle bağ kurmasını destekleyen sorular yöneltebilir. “Nasıl dışarı çıktınız?”, “Ne kadar süredir burdasınız?”, “Bu binada ne kadar süredir oturuyordunuz?” gibi sorular sorulabilir. Benzer şekilde, depremde yakınını kaybetmiş olan kişilere de kayıplarıyla ilgili, sadece hüzünlerini değil kaybettikleri kişilerle ilgili geçmiş yaşantılarını da paylaşmaları için alan açılmalıdır. Kaybedilen kişilerle paylaşılan geçmiş yaşantıların anlatılmasına fırsat tanınması, bu kişilerle ilişkilerin nasıl olduğu, ne sıklıkta görüştükleri gibi süreci destekleyici sorular, hem travma yaşayan kişiyi konuşmaya teşvik edecek hem de kişiyi zihinsel dağarcığında bir sisteme sokacak unsurlar olabilecektir.
Genel olarak, kötü bir olay yaşandığında, bu olay hakkında konuşmasının kişiyi daha da kötü etkileyeceği gibi yanlış bir inanış olduğu için dinleyen kişiler konuyu kapatma, geçiştirme, öğüt verme ya da kişiyi çok da gerçekçi olmayan beklentilere sokma eğiliminde olabilir. Örneğin, kişiyi teselli etmek için var olan durum içerisindeki iyi şeyleri vurgulama ihtiyacı hissedilmesi sık rastlana tepkilerden biridir; oysa ki bu eğilim travma yaşayan kişiye, geçtiği zorlu durumun dinleyici tarafından anlaşılmadığını hissettirmekten başka bir işe yaramaz. Bu gibi olumsuz içeriğin dile gelmesini engelleyecek bir girişimde bulunma ihtiyacı hissettiğimizde, karşımızdaki kişinin travmasını ya da yasını anlamlandırmak için aslında bunlar hakkında konuşmaya ihtiyaç duyduğunu bilmek büyük önem taşır.
Depremle ilgili gündemi takip edenlerin de deprem bölgesiyle doğrudan bağlantısı olan kişilerin yaşadıkları psikolojik zorluklara benzer şekilde travma ve yas süreçleri yaşayabileceklerini de göz önünde bulundurmamız gerekir. Deprem ve kayıplar sadece bu olayları doğrudan deneyimleyen kişiler için değil, bu olayları takip eden herbir kişi için yoğun bir strese neden olmaktadır. Bu süreçten etkilenen kişilere de kendilerini ifade edebilecekleri fırsatların tanınması faydalı olacaktır. Nitekim, olaylardan doğrudan etkilenmemiş bir kişinin de travma tepkileri göstermesi normaldir. Kişiler, yaşadıkları, gündelik işlerine devam ettikleri, zaman zaman keyif aldıkları aktiviteleri yaptıkları, hatta hayatta kaldıkları için suçluluk hissedebilir ya da bu hislerini karşıya yansıtarak öfke yaşayabilirler. Bu gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin de kişi için ne anlam ifade ettiğini kavramaya çalışmak çok kıymetlidir. Bu duygu ve düşünceler nasıl ifade ediliyor; hangi kelimelerle dile geliyor; bu içerikteki düşünce tarzı kişiye nasıl hizmet ediyor gibi soruların cevaplarını aramak kritiktir. Deneyimlediğimiz yoğun duygularımızı çevremizle paylaşmanın yanı sıra, kendimizi daha iyi hisettiren aktivitelere zaman ayırmak, olabildiğince rutine dönmek, ait hissettiğimiz kültürün ritüellerini uygulamak ya da bunlara katılmak, sosyal destek almak duygu regülasyonu sürecinde faydalı araçlar olabilir.
Depremden etkilenen çocuklara yönelik;
Uçaklarda bir tehlike anında yanınızdaki çocuğa yardım etmek için önce kendi oksijen maskenizi takmanız gerekir. Bu metafor böylesine sıra dışı zamanlar için oldukça bilgi vericidir çünkü kendi duygu durumunu dengelemekte zorlanan bir yetişklinin çocukla sağlıklı bir iletişim kurması zorlaşmaktadır. Çocuklar özellikle kaygı uyandıran olaylar karşısında ona güven veren bir yetişkinle; tutarlı, istikrarlı, şefkatli bir bağ kurmaya ihtiyaç duyarlar. Çocuklarla iletişim kurmak, birlikte oyun oynamak, onlar için orada olmak ve güvende olduklarını hissettirmek çok önemlidir. Çocuklar da yetişkinler gibi yaşadıkları depreme ya da duydukları içeriklere farklı tepkiler göstereceklerdir. Bu sebeple çocukları gözlemlemek, ihtiyaçlarını takip etmek ve yönelttikleri sorulara cevaplar vererek desteklemek önemlidir. Kaygı çocuklarda merak uyandıracak ve bir döngü halinde, merakları karşılanmadığı ölçüde kaygıları da artacaktır, bu nedenle çocukların sorularına cevap verirken cevapların içeriği iletilen soruların derinliğinde kalacak boyutta ama her zaman doğru içerikte bilgiler verilmelidir.
Çocuklar evde depremle ilgili bilgi kaynaklarına maruz kalmasalar dahi ebeveynlerinin endişelerini hissederler. Var olan gerçeği onlardan saklamak ya da yanlış ya da eksik bilgiler vermek çocukların kafasını daha çok karıştıracak ve güven duygularının zedelenmesine, kafalarındaki boşluğu hayali olaylarla doldurmalarına sebep olacaktır. Yetişkinlerin felaket karşısında gösterdikleri tepkiler, çocukların bu olaya nasıl bir anlam vereceğini belirleyecektir. Bu nedenle yetişkinlerin çocuğun sorularını cevaplarken yaşına, kapasitesine uygun bir dille ve miktarda bilgiyi paylaşması çocuk için de rahatlatıcı bir süreç olacaktır. Bu dönemde çocuklarla daha fazla zaman geçirmek, onların düşüncelerini anlamaya çalışmak, eskisinden daha yoğun fiziksel temas içinde olmak çocuklar için rahatlatıcı olabilecektir.
Oyun, çocuğun dilidir. Çocuklar oyun aracılığıyla hem iç dünyalarını hem de dışardaki dünyayı anlamlandırırlar. Büyük kayıplara sebep olan depremlerden sonra çocuklar bina yapıp yıkma, mezar kazma, kutulara insanları sokup onları kurtarma gibi oyunları tekrar tekrar oynamak isteyebilirler. Çocuklar, kendilerinin yönlendirdikleri oyunlar aracılığıyla kontrol edemedikleri olaylar üzerinde kontrol hissini sağlarlar; böylece onlar için zorlayıcı bir süreci psikolojik ve zihinsel olarak oynadıkları oyuna yansıtırlar; çocuklara bu şekilde kendilerini ifade fırsatı vermek de oldukça değerlidir. Bu tip oyunlar, yetişkinlerin yaşadıklarını dile dökmeleriyle paraleldir, ne de olsa çocuklar dile büyükler kadar hakim olmadıklarından deprem gibi büyük etkileri olan olayları anlamlandırmaları için oyunun desteğine ihtiyaç duyarlar. Oyun çağını geçmiş daha büyük yaştaki çocukların ise, yetişkinlerle deprem konusunda ayrıntılı bir şekilde konuşmalarına izin verilmesi, duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri için cesaretlendirilmeleri faydalı olacaktır.
Çocukların günlük rutinlerinin devam etmesini sağlamak da önemlidir. Yemek yemek, uyumak, oyun oynamak, okula gitmek gibi faaliyetleri mümkün olduğunca belirli ve eskisiyle aynı saatlerde yapmaya çalışabilirsiniz. Bu, çocuklarınıza hayatın artık normale dönmekte olduğu mesajını verip onların güvende hissetmelerini sağlar. Çünkü çocuklar depremin kendisinden korktukları kadar, bu olayın hayatlarında yol açacağı değişikliklerden ve belirsizlikten de korkarlar. Bu sebeple belirsizliğin arttığı afet ve ölüm gibi olaylardan sonra, yukarıda kısaca özetlenen destek süreçlerinin yanı sıra çocukların eski düzenlerine mümkün olduğunca çabuk dönmeleri ya da yeni bir rutine adapte olmalarına destek verilmesi önemlidir.